29 Temmuz 2011 Cuma

October Swimmer yeniden Tatilde: Bölüm 3 Rock Werchter(3. ve 4. gün.)

01-02/07/2011, Werchter, Belçika

Sabahın erken saatlerinde çadırımız saunaya dönünce uyanıp kendimi dışarı attım. Cem farenjit olmuştu, Çağın koşmaya ve kahvaltılık almaya ya Werchter'e ya da Haacht'a gitmişti. En son 36 saat önce duş almıştım ve kendimden tiksinmeye başlamadan önce duşlara yöneldim. Çadırdan duşlara kadar olan çamuru yolu terliğimle gitmek gibi bir gaflete düşmüştüm, zaten yıkanacaktım, sorun değildi, ancak dönerken de aynı yolu yürüyecektim. 15 dakika duş sırası bekledikten sonra 4 euro verip duşa girdim. Sıcak suyu yani tekrar medeniyeti hissetmek gibisi yoktu.

Çağın'ın getirdiği peynirli sandviçlerle kahvaltımızı yaptık, biraz dinlendik, bedava internet standında internet ihtiyacımızı giderdik, telefonlarımızı şarj ettik ve sonunda festival alanına gitmeye hazırdık. Benim için heyecanlı bir gündü, zira Lissie sahne alacaktı. Kendisiyle 2009 kışında, Rock n Beer'de otururken çıkan Bad Romance coverı sayesinde tanışmıştım. Sonra bir kaç ay öncesine kadar unuttuktan sonra, Catching a Tiger albümünü bir şekilde edinip defalarca dinleyip, bu günü beklemeye başlamıştım.

Konserin başlamasına yarım saat önce gidip, olabildiğince önlerde bir yer buldum. Yaş ortalaması oldukça küçüktü, bir sonraki konserde daha küçülecekti. Saat 15.00'te Lissie sahneye çıktı, Cuckoo ile başladı, Bully, Record Collector, When I'm alone çaldı. Şarkı aralarında bir yudum tekila içti. Pursuit of happiness cover'ı yaptı ve in sleep çalarak bitirdi. Performansı, grubu, seyirciyle iletişimi... her şeyi iyiydi.

Lissie'den sonra sahneye Kesha çıktı. Evet, evet o. Yaş ortalamasının birden 15'e düştüğünü görünce, orada ne işim olduğunu düşündüm, ancak itiraf ediyorum Kesha konseri izledim. Sahneye tangayla çıkan, yerlerde debelenip bira fondipleyen sarhoş parti kızı imajıyla Kesha, festivalin en gereksiz ismiydi.

Akşam saatlerine kadar çimlerde, yiyecek içecek standlarında oyalandıktan sonra önce The National'ı sonra Arctic Monkeys'i izledik. Arctic Monkeys iyi çaldı ancak, performansları oldukça mekanik ve ruhtan uzaktı. Seyirciyle hiç bir etkileşimleri olmadı ve ben Alex Turner'i sevmedim. Daha sonra sahneye çıkan Kings of Leon, ağzımızda Arctic Monkeys'den kalan bütün acı tadı unutturacak kadar güzel bir konser verdi. Sırada Arsenal vardı ancak ben artık ayak tabanlarımı hissetmediğim için çadıra gitmeye karar verdim.

Yine gece olmuştu, yine hava sıcaklığı tek haneli sayılara düşmüştü, yine üşüyecektik...

***

Ertesi gün, saat 16.25'e yani Bruno Mars konserine kadar festival alanına gitmedik, Çağın ve Cem ayrı takılırken ben ve Murat biraz yürüdük ve Haacht kasabası yakınında bir yerde oturup festival kapsamında alkol oranı düşürülen diğer biralardan sonra ilaç gibi gelen bir kaç Primus marka bira içtik. Sonra diğerleriyle buluşup Bruno Mars'ı izledik.

Adam gitar çalabiliyor, piyano çalabiliyor, dansedebiliyor ve mükemmel bir enerjisi var. Harika bir saat geçirdik ve ben, bir önceki gün çıkan Lissie ile beraber bu ikisini, henüz o kadar ünlü olmadan, kariyerlerinin başındayken bir festivalde canlı izleyerek şanslı olduğumu düşündüm. İleride çok ünlü olduklarında bunu hatırlamak güzel olacak.

Bruno Mars'tan sonra bir şekilde sahne önüne giriş yaptık. Güzel hareketti, zira sahne önü kısmı turnikelerle sınırlandırılmış ve belli bir sayıya ulaştıktan sonra girişin kapatıldığı bir alandı ve sıradaki PJ Harvey, Portishead ve Coldplay üçlüsünü burada izlemek güzel olacaktı, ancak bu aynı zamanda tam 6 saat kesintisiz ayakta, aç ve susuz kalmak anlamına geliyordu. Sanırım buna razıydık.

Önce Pj Harvey çıktı. Beyaz korseli kıyafeti, garip enstrümanı, "Autoharp" ve yanındaki üçlüsüyle pek tatmin edici değildi. Daha çok son albümü "Let england shake"'den şarkılara yer vermesi ve benim bu albümü hiç dinlememiş olmam da keyif alamamamın sebebi olabilir. Bilmiyorum, ama zaten PJ Harvey de çaldığından çok keyif almıyor görünüyordu.




Neyse ki Portishead çıktı ve festivalin en güzel performanslarından birini sundu. Wandering Star ve Sour times'la ısındık, Glory Box ile alev aldık ve Roads ile közlendik. Hava hafiften kararmıştı. Müzik ışık ve görseller mükemmel bir uyumla beni yükseltiyordu. Havada tatlı bir esinti vardı. Gözümü kapatınca İzmir'den ne kadar da uzak olduğumu. Günlük endişelerimi nasıl da geride bıraktığımı görüyordum. Beni o an hiç bir şey üzemezdi, hiç bir şey sıkamazdı. O kadar rahat ve soyutlanmıştım ki, bu rahatlık hissi kafamı kurcalayan bazı spesifik hislerden arınmama yardımcı oldu. Konser bittiğinde ben değişmiştim ve kararlar vermiştim.



"...and it was called Yellow
"

Festivalin bu en güzel gününün zirve noktası, tabii ki Coldplay'di. Coldplay'i canlı izliyordum. O an bile buna inanmak güçtü. Zaten Chris Martin de inanılmaz bir performans sergiledi. Sahnede o kadar rahattı ki, sanki doğal ortamı o sahneydi. Yeni albümden, Hurts like heaven, Every teardrop is a waterfall, Charlie Brown ve Us against the world olmak üzere 4 şarkı çaldılar. Beğendim. Yeni albüm, X&Y ile Viva la vida arasında bir soundda olacağa benziyor. Bunu da beğendim. İkinci sahneye çıktıklarında çaldıkları 3 parçayla beraber toplam 19 şarkı çaldılar. Yellow ve Fix You benim için konserin en güzel anlarıydı. Festival alanında o akşam yüz bin'e yakın insan olduğunu da buradan belirtmekte fayda var.

Gece 1'de konser çıkışı yüz bin zombie kamp alanlarına yürürken, yiyecek içecek büfelerine saldırırken çocuklar gibi şendik. O kadar acıkmış o kadar susamıştık ki, yedik, dinlendik, yine yedik...

Kamp alanına girdiğimizde kimsenin uyumaya niyetinin olmadığını gördük, herkes bir ağızdan viva la vida'nın melodisini, sanki bir futbol maçında tezahürat yapıyormuş gibi söylüyordu. Kamp alanında giderek büyüyen bir kalabalık oluşuyordu. O kadar yorgun, o kadar yorgundum ki, çadıra girdim sadece ayakkabılarımı çıkardım, uyku tulumuna girdim.

Sonra uyku beni aldı, götürdü.

7 yorum:

  1. coldplay konseri ile ilgili soyle bir animiz var: eksi sozlukten bakabilirsin;#24655428 onun disinda, geceleri gercekten cok soguk oluyordu. kat kat giyinmemize ragmen bu sene yine cok usuduk, cokta hazirliydik. coldplay sonrasi digitalism izlememissin sanirim ama o da kapanis icin olabilecek en guzel secimdi. ayaklarimi dondukten bir ay sonra bile hala hissetmiyorum abartmiyorum, kendimi resmen harap etmisim 1 hafta boyunca, donunce farkina vardim. son olarak, cok guzeldi.

    YanıtlaSil
  2. sen neden devam etmiyorsun yazmaya?

    YanıtlaSil
  3. dogru diyorsun. vakit bulamiyorum desem, yalan olur. yazayim evet :) bugun yazayim hatta. ayni ortamlarda farkli tecrubeler yasamisiz. bu arada ilgini ceker mi bilmiyorum? ama onumuzdeki sene icin coachella fikrimiz var.

    YanıtlaSil
  4. http://www.gearslutz.com/board/attachments/so-much-gear-so-little-time/165881d1270057230-absolute-best-festival-lineup-ever-planet-earth-coachella-1969.jpg buna derseniz her türlü...

    valla ben bu eylülde son avrupa ziyaretimi yapıp kapatacağım avrupa defterini. 7 yıldır geziyorum, bitti artık.

    bundan sonra amerika kıtası diyorum artık. o yüzden her türlü amerikadaki festivaller olabilir.

    amaaa

    yaz ayları olacak ya da california gibi her zaman yaz olacak

    yakında deniz/plaj olması tercih sebebi

    bi de bungalow seçeneği olursa can olur(abartmış olabilirim)

    yani artık soğuk yağmur çamur istemiyorum özetle:) çok yıprandım:(

    yaz ya farklı gözlerden aynı olayları anlatmak güzeldir. sonra link veririz bir birimizin bloguna. benim bir part kaldı bitmek üzere.

    unuttuğun şeyler varsa bana mailden ulaş, fil gibidir hafızam:)

    YanıtlaSil
  5. aynen, gonderdigin lineup 69 yilina aitmis, gozlerim acildi birden, neye ugradigimi sasirdim. california'da yapilan bir festival. dogruyu soylemek gerekirse amerika cok daha zahmetsiz kendi acimdan, ne vize derdi var ne de baska birsey. biletini al ve git.

    amerika'da coachella disinda baska guzel festivaller de var: lolapollozza, austin tx, pitchfork. ilk aklima gelenler.

    dogruyu soylemek gerekirse artik rahatima bakmak istiyorum, bu yil yine sefil hayati oldu gerci guzeldi cok ama eziyetliydi, cok usuduk. guzel anilarla geride biraktik. bundan sonra arayislarim farkli yonlere dogru gidecek.

    e-mail adresini hatirlatirsan soracaklarim olacaktir elbette.

    YanıtlaSil
  6. profil sayfamda var gerçi ama yine de bana octobersblog@gmail'den ulaşabilirsin

    ben de senden amerika ve festivalleri hakkında detaylı bilgi alırım o zaman!

    YanıtlaSil
  7. email gonderdim bir tane.

    YanıtlaSil