26 Haziran 2010 Cumartesi

October swimmer tatilde: Gun 6



Marsilya(Oh no) 24/06/10

Saat 4 bucukta sinir bozucu alarmim benimle beraber odanin geri kalan
kismini uyandirdi. Cabucak giyinip evden firladim. Tren istasyonuna 15
dakika yurumem gerekiyordu.


Yolun kenarinda tum guzelligiyle bekleyen taksi bu yorgun insani
kandirmaya yetti. 3-4 dk sonra istasyondaydim. Havaalanina giden ilk
otobuse atladim. Yolda uyukluyordum...


Check-in sirasi bana yaklasiyordu. Biletim zaten elimdeydi. Pasaportu
da cikarayim, elimde dursun istedim. Ceket ceplerine, pantolon
ceplerine, cantanin en derinlerine baktim, yoktu.


Ayni islemi abartisiz bes alti defa daha tekrarladiktan sonra
caresizce siradan ayrildim. Bir koseye cokup aglamaya basladim(ahah
saka lan saka, takip ediyor musun gormek istedim). Uzerimde garip bir
sakinlik vardi, belki uykusuzluktandi ama sanki bunlarin hic biri
yasanmiyor gibiydi. Sanki ileride
kendi halinde duran ve ingilizce konusmayan havaalani
gorevlilerinden biri birazdan bana pasaportumu verecek ve ben de hic
bir sey olmamis gibi yoluma devam edecektim.


Bunlarin hic biri olmadi. Yapilabilecek seyleri dusundum. Ya otelde
unutmustum, ya da uyku sersemligiyle taksi ya da havaalani servisinde
dusurmustum. Once o otobusu, sonra taksiyi bulacak gerekirse otele
gusup bakacaktim.


Havalanindaki otobus bilet kosesindekilee zorla anlasabildik. Bana
beklersem o soforun buraya bir sonraki seferi getirecegini soylediler.
Ucak zaten kacmisti. Beklemenin bir anlami olmadigjndan tren
istasyonuna geri gittim.


İstasyonda indigim anda "o sofor" asagida, elindeki pasaportumu bana
dogru sallayarak bekliyordu. Bildigim butun tesekkurleri ettim adama.
Ucagimin kactigini ogrenince cok uzulen soforu, ilgunc bir sekilde ben
teselli etmek zorunda kaldim. Hemen otele geri dondum


Pasaportum bulunmustu, bu harika bir gelismeydi. Yine de ucagim
kacmisti ve bir sonraki hamlemi planlamak zorundaydim. İnternetten
pegasusun marsilya istabul ucuslarina baktim. Yer yoktu, olsa belki
orada bitecekti tatilim. Yarin icin eindhoven'a ayni saatteki bileti
aldim. Tek farki 6 kat daha fazla odemem oldu. Hosteldeki elemanlarla
bir gunluk odeme daha yaptim ve artik uyuma zamaniydi. Saat kacta
uyanacagim umrumda degildi.



Ogleden sonra uce dogru uyamabildim ancak. Tekrar kendimi sokaga
attim. Yeni yerler kesfedesim yoktu. Bu durum surpriz olmustu ve
durust olmak geekirse hevesim kacmisti. Ben de aksama dek dun
dolastigim sokaklarda gezindim. Aksam ise Cedric'in tavsiye ettigi
L'ecallier adli balik restoranina gittim. Acilis olarak getirdikleri
buz ustunde cig kabuklu tabagini saymazsak gayet guzel bir yemekti.


Yemekten sonra hostele geri dondum. Diger sakinlerin hepsi de gun
boyunca oldukca yorulmus olacak ki, herkes salondaydi. Bir kac saat
sohbet ettik. Kanadalilar guzel insanlar. Hic aksiyle karsilasmadim
simdiye dek... İlginctir ki how i met your mother'daki kanada
sakalariyla oldukca egleniyorlarmis. Grupta İki tane de sci-fi geeki
mevcuttu onlarla da bolca bsg, fringe, lost, dexter geyigi yaptiktan
sonra ertesi gun artik ucabilmeyi umarak yataga gittim.

25 Haziran 2010 Cuma

October Swimmer tatilde: Gun 5




Marseille 23/06/10

Sabah uyandigimda, ki sadece 4 saat uyudum, kesinlikle aksamdan
kalmaydim. Igrenc bir his gercekten sabah erkenden yolculuk
yapacaksaniz kesinlikle gece sarhos olmayin

Yine de once tren istasyonuna sonra da oradan havaalanina gidebildim.
Check in boarding derken koltuguma kurulup kestireyim derken kaptanin,
kalkis saatimizi iki saat ileri attiklarina dair anonsuyla yikildim.
Su haldeki bir insana yapilmayacak hareketti. saat 9 gibi havalanmasi
gereken ucak 11'de ancak havalanabildi ve ben sehir merkezine
varabildigimde saat 1 olmustu bile

Harita yok, turizm ofisi yok, ingilizce bilen kimse yok... Guzel
iphone'um olmasa nice olurdu halim a dostlar... Google maps ile
otelimi buldum.

4 yildan sonra ilk defa dorm tipi bir odada yatacaktim: Aklimda bir
cok kotu dusunce vardi ama Hello Marseille adli ve eski bir fransiz
apartman dairesinden cevirilen bu mutevazi oteli pek bir sevdim.
Otelin sahibi Cedric mukemmel ingilizce konusuyordu, oldukca
yardimseverdi de. Mobilyalarin hepsi Ikea'dan ozenerek secilmisti ve
en onemlisi otel tertemizdi. Oda arkadaslarim olan zararsiz Amerikali genclerle de tanisinca pek endisem kalmadi


Biraz dinlenip dus aldiktan sonra otelden ciktim


Marsilya bir liman kenti, belki de guney avrupanin en buyuk limanina
sahip. Tarih boyunca hep ayni vasfi tasiyan kent ayni zamanda
avrupanin en eski kentlerinden biri. Antik donemde focali koloniciler
tarafindan kurulan kentin en azindan hala sokak ve meydan isimlerinde
foca kalintilari bulmak mumkun.

Vieux port denen liman marona kismi sehir merkezine U seklinde girmis
durumda. Her iki yakasinda birer ortacag kalesini barindirmakta.

Ben de ilk once otelimin dustugu dogu kismini dolasarak basladim
gezime rue de fortia'dan deniz kenarina yonelerek gidebildigim kadar
uzaga yurudum. Deniz kokusu ve sicak bir haftadir usuyen bedenime iyi
geldi. Limanin dogu yakasinin sonuma gelince, umutsuzca karsiya
gecmemi saglayabilecek bir kopru aradim. Tabii ki yoktu. Ayni yolu
tekrar geri yurudum.

Karsi taraf daha yeni ve modern yapilarla kapliydi, en azindan kordon
kismi... Kordon demisken, marsilya bana biraz izmir'i hatirlatti.
Onlar da itinayla tarihe tecavuz edip sacma sapan yerlere yeni binalar
dikmisler...

Espace de bergamon adli genis ve meerdivenlerle meyil kazandirilmis
meydandan iceri yoneldim. Haritayi cebime koydum. Kaybolursam da
kaybolayimdi, hava guzeldi ve hic bir yere yetismem gerekmiyordu.
Yeyerince kuzeydoguya yurursem zaten sehrin en genis caddesi, la
canabria'ya cikacaktim.

Bir sure sadece yol isaretlerine ve sokak isimlerine bakarak yurudum.
Dar sokaklardan gectim. Evlerden mac sesleri geliyordu. Cezayir ABD
ile oynuyordu ve sehrin arap halki cok heyecanliydi. Kazansalar buyuk
kardes, efendi fransa'nin yapamadigini yapacak gruptan cikacaklardi...

Ara sokaklardan bir meydana ciktim. Ufak bir kafede oturup macin
ikinco yarisini izledim. Araplarin umudu son dakikada yenen golle
bitti. Uzulduler, nedense ben de uzuldum. Mahcup bir sekilde yoluma
devam ettim.

İsaretleri takip esip vielle charite adli muzeye vardim endulus
mimarisine benzeyen bir yapiydi. Restorasyon devam ediyordu. İceri
girmek istemedim. Devam edip focalilar sokagi rue les phoceens'ten
gecip rue la republique'a ciktim.

Alisveris sokagi olan bi sokakta biraz gezindim. Magazalara girdim,
ciktim. Sonra tekrar haritasiz bir sekilde ara sokaklara daldim. Arap
mahallesine girmistim. Herkesin birbiriyle uyum ici de oldugu sicak
bir yer havasi vardi burada. Kirli sokakta yalinayak cocuklari gorunce
kendimi cocuklugumun gectigi yerlerde hissettim. Arapca biliyor
olmayi, ileride oturup kahve icenlerin arasina karismayi istedim.

Rue de rome ve rue de paradis'ten gecerek liman bolgesine dondum. Saat
6 olmustu bile. Bir seyler yemeli ve sonra konser alanina gitmek uzere
yola cikmaliydim. Ahah marsilya'ya gelis amacimin Bob Dylan konseri
oldugunu bir kez daha hatirlatmaliyim sanirim.

Hollanda'da bir kac gundur hep kotu besleniyordum. Burada biraz
kendimi simartip bir fransiz restoranina oturdum. Antresinden,
salatasi sarabi tatlisina kadar her seyi soyledim. Maddi anlamda
yolculugu iyi yonetiyordum ustelik marsilya'daki hostele sadece 15

euro odemistim. Hayir, gunah cikarmiyorum:)


Yemekten hemen sonra metroya binip konser alani Le Dome'un bulundugu
saint just istasyonunda indim. Konser alaninin disindaki kalabalik
bile heyecan vericiydi

Bon Dylan tam söz verilen vakitte sahneye cikti. Tam sahne onunde oldugumdan
yuz ifadesini bile gorebiliyordum, guzeldi. Rainy day women'la basladi,
it aint me babe, stuck inside a mobil with the memphis blues again,
ballad of a thin man, like a rolling stone... Her seyi calmasina
ragmen, bir seyler eksikti. 50 yil onceki gevrek catalli sesi eksikti.
70ine gelen bir adamdan boyle bir seyi beklemek ayipti. Sozun ozu,
kayitlardaki gibi bir Bob Dylan arayanlarin gitmemesi gereken bir
konserdi.


Konser saat 22.30 civarinda bitmesine ragmen otele ancak 1e dogru
donebildim. Greve giden Fransiz iscilerinden dolayi toplu tasima
kalmamisti. İsin garibi taksiler bile yoktu. 3 tane bir kelime dahi
ingilizce bilmeyen fransiz ile paylastigim taksiyle otele donunce
hemen uyumaya calistim.

Asil surpriz bir kac saat sonra uyandigimda beni bekliyordu

24 Haziran 2010 Perşembe

October Swimmer tatilde: Gun 5

Marseille 23/06/10

Sabah uyandigimda, ki sadece 4 saat uyudum, kesinlikle aksamdan kalmaydim. Igrenc bir his gercekten sabah erkenden yolculuk yapacaksaniz kesinlikle gece sarhos olmayin

Yine de once tren istasyonuna sonra da oradan havaalanina gidebildim. Check in boarding derken koltuguma kurulup kestireyim derken kaptanin, kalkis saatimizi iki saat ileri attiklarina dair anonsuyla yikildim. Su haldeki bir insana yapilmayacak hareketti. saat 9 gibi havalanmasi gereken ucak 11'de ancak havalanabildi ve ben sehir merkezine varabildigimde saat 1 olmustu bile

Harita yok, turizm ofisi yok, ingilizce bilen kimse yok... Guzel iphone'um olmasa nice olurdu halim a dostlar... Google maps ile otelimi buldum.

4 yildan sonra ilk defa dorm tipi bir odada yatacaktim: Aklimda bir cok kotu dusunce vardi ama Hello Marseille adli ve eski bir fransiz apartman dairesinden cevirilen bu mutevazi oteli pek bir sevdim. Otelin sahibi Cedric mukemmel ingilizce konusuyordu, oldukca yardimseverdi de. Mobilyqlqrin hepsi Ikea'dan ozenerek secilmisti ve en onemlisi otel tertemizdi. Oda arkadaslarim olan zararsiz Amerikali genclerle de tanisinca pek endisem kalmadi

Biraz dinlenip dus aldiktan sonra otelden ciktim

October Swimmer tatilde: Gun 4


Eindhoven 22/06/10

Trenden indigim an ilk gozume carpan sehrin ne kadar da bos olduguydu. Amsterdam'dan kesin cizgilerle ayrilan iki yani vardi. Burada insanlar calisiyorlardi ve almanlar bu sehri ikinci dunya savasinda dumduz etmislerdi. Ikincisinden dolayi sehir aynen varsovanin yasadigi gibi bir yeniden yapim surecine girmis, ama varsovadaki gibi illa orijinaline sadik kalalim diye kasilmamis, yeni yapilar goze batiyor hep.

Sehir adeta Philips'in sehri. 50li yillarda sakinlerinin yuzde altmisi philips icin calisirken simdi bu oran dogal olarak daha dusuk.
Otelim istasyona cok yakin oldugundan zorlanmadan bulabildim. Willheminaplein denen ufak ve sevimli bir meydana yerlesimli 50 yillik bir binaydi. Kasvetli hatta kolayca korku filmlerine mekan olabilecek bir yerdi. Check in'den hemen sonra resepyonistten sehir hakkinda bilgi ve harita aldim. Sanirim otelde tek kalan bendim.

Ilk once philips muzesine ugradim. Ampulun ilk uretildigi yer olmakla ilgili bir konsepte sahipti ve nedense fotograf cektirmediler. De Markt denen sehrin eski pazaryerine ugradim, gercekten de pazar kurulmustu. Dudak kenarlarimdaki catlaklari hatirlayip vitamin takviyesi yaptim

Meydandaki kafelerin birinde soguk bir birayla fransa macini izledim. Iyi geldi, zira hava burada amsterdam'dan bir kac derece daha sicak. Merkezde biraz dolastiktan sonra sikildim. Ilk defa eindhoven'da kendimi yalniz hissettim. PSV'nin stadi yurume mesafesinde oldugundan stadi gezmeye karar verdim.

Once taraftar magazasina ugrayip forma almak istedim, lakin 3 temmuzda yeni sezon formalari satisa cikacagindan sadece buyuk bedenler kalmisti. Yazik oldu, zira fiyatlari uygundu. Iceride localardan, kafe/muze haline getirilende oturdum. Tribunde uzeri semsiyeli cicek yerlestirilmis bir masada oturmak ilgincti. Tribunlere goz gezdirince tahmin ettigimden daha kucuk oldugunu gordum. Zaten sonradan bana stad hakkinda bilgi veren garson teyze de stadin 35 bin kisilik oldugunu soyledi.
Otele donup biraz dinlendim. Aksam cikarken resepsiyonun kapandigini ve koskoca oteli bana birakip gittiklerini gordum. Haklilardi, ne yapabilirdim ki? Otelin guneyinde kalan ve bir suru restoranla dolu kleineberg sokaginda bir endonezya restoranina oturdum? Durust olmak gerekirse menu gelene dek ne restorqni oldugunu anlamamistim. Garson kizin yardimiyla yemegimi sectim, lakin gelen yemegi garson kiz yardim etse de bitiremezdim. Hesabi oderken gece hayatiyla ilgili tavsiye almak istedim, oyle bir sey olmadigini soyledi jdksqjdkl
yine de 52 barin yerlestigi dammerstraat adli caddeye gonderdi beni.

Caddeyi bulunca kiza hak verdim. Barlarin yarisindan fazlasi kapali, acik olanlarin da cogunun bos oldugunu gordum. Bir tur attiktan sonra bir tanesine gecip oturdum. Mqci izleyip giderim diye dusunuyordum, ama en cok eglenecegim gecenin bu gece olacagini bilemezdim

iceri gectikten hemen sonra bara bakan, aslinda hafta ici oldugundan her seye bakan, Ellina ile sohbet etmeye basladim. Resim ogretmeniymis, Avusturalya'da bir sure yasadiktan sonra geri dondugunden okullar acilana dek barda calisacakmis. Dondugunden beri Ingilizce konusacak kimse olmadigindan yakiniyordu. Muzik hakkinda, seyahatler hakkinda konustuk. Daha sonra kiz kardesi Jasmine ve iki arkadasi daha geldi. Onlar gelince hunharca icmeye basladik, ikram edilen hic bir shottan para almadilar. Gercekten iyi vakit gecirdim bol bol guldum, sanirim iki yildir boyle sarhos olmadigimdan da olabilir...

Saat iki gibi bari hep beraber kapadik, benimle otelime dek yuruduler. Marsilya donusu bir gece daha kalmam konusunda soz aldilar ve yillardir tanisiyormus gibi vedalastik. Odaya cikmadan bir kac kez kusmaya calistim, ama basaramadim :(

Asil zorluk sabah uyaninca baslayacakti...

23 Haziran 2010 Çarşamba

October Swimmer tatilde: Gun 3


Yazilar gecikiyor, evet ama ne yazik ki internet sikintisi cekiyorum bazen... bu arada sanirim dunyanin en kotu klavyesiyle yaziyorum. Q da degil F de... Sanirim A klavye

Amsterdam 21\06\10

Otel degistirme zamaniydi, rembrandt square hotel ve calisanlarini cok sevmis olmam bir seyi degistirmeyecek. Bu gece backstage hotel'de kalip yarin Eindhoven'e gececek. Otelin yerini dun buldugumdan bugun aramama gerek kalmadi. Leidsgracht'ta kosede duruyordu.

Buranin calisanlari da oldukca kibarlar. odamin hazirlanmasini beklerken kahve ikram ettiler, o arada ben de dunun blogunu yazip aradan cikardim. Lobideki gitarlarla ugrastim, ozlemisim... Odam hazir olunca da yerlesip dus aldiktan sonra kendimi disari attim.

Bisikleti uzulerek iade ettim; hic bir sey artik eskisi gibi olmayacak. Iki gunluk kira parasi sigortayla beraber 29 euro tuttu. Eindhoven'a biletimi aldim o da yaklasik 17 euro idi. Donup yuruyerek-ne yazik ki- leidsplein tarafina dondum.

Bir coffeeshop'ta oturdum ve basta Camus'un Yabancisini bitirdim, sonra da isvicre sili macini izledim. saatlerce orada kalmisim. Kalkip turk asilli bir Italyan restoraninda bir seyler yedim. Sef Amcayla basta ingilizce konusuyorken aniden Turkce'ye donmem amcada mavi ekran etkisi verdiyse de cabuk toparlandi ve tabir yerindeyse pek sallamadi.

Aksama dogru otele donup canli muzik dinleyebilecegim mekan sordum. Otele hemen bir kac dakika otedeki the last waterhole adli mekani tarif ettiler. Kapida good beer, good music, good company yazsa da bira da muzik de cok kotuydu. Gecenin ilerleyen saatlerinde kendimi Amerikan turistlerle jagermeister adli tantum verde'den hallice shot paylasirken buldum. Cocuklarin ikisi 17 yasindaydi digerleri de yirminin altindaydi. Biz izin almadan arkadasta kalamazdik, millet cocugunu Amsterdam'in kucagina atiyor. Bu konuyu uzatmadan umut sarikaya ve cingilbort ailesini buraya davet ediyorum, onlar gerekli esprileri yaparlar.

Otele donmeden Clara adli bir ingiliz'le biraz sohbet ettim. Her ne demekse moda isindeymis ve issizmis. Bunlari anlattiktan hemen sonra ayaklarimin yanina kusunca artik o mekani terketme zamanim geldigini anladim.

21 Haziran 2010 Pazartesi

October Swimmer tatilde: Gun 2

Amsterdam 20/06/10

Sabah uyanabilmek gercekten cok zor oldu. Basim catliyordu ve soguktan oturu yataktan cikmak istemiyordum. Perdeyi actim, disaridaki hava da pek davetkar degildi. Kahvaltiyi en onemlisi gunu kacirmamak icin disari cikmaliydim.
Kahvalti sonrasi bisikleti parkettigim yerden aldim. İnce bir yagmur yagiyordu. Haritaya bakmadan guneye dogru surmeye basladim. Mutlaka gormeye deger bir yer bulacaktim. Cok gecmeden buldum da.

Ticari muzeleri sevmem. Kendinizi buyuk bir reklamin icinde bulursunuz. Bu yuzden heineken brewery'i bir muZe olarak degil de kendilerinin de heineken experience derken tanimladigi gibi bir deneyim olarak gormek lazim.
Bilet bufesinin onunde kuyruk vardi, hen de fiyatin 15 euro olmasin ragmen... Gerci sonradan iceride ikram edilen bedava biralardan sonra giris ucretinin o kadar da pahali olmadigini anladim.


Oldukca interaktif ve keyifli bir geziydi. Onlar acisindan ise yaradi da artik bira isterken gayri ihtiyari heineken istiyorum. Amstel berbat zaten... Bir saatten fazla zaman gecirdikten sonra vondelpark'a dogru surdum.
Vondelpark herhangi bir yaz gununde cennet olabilecek bir parkken, bugunun vondelpark gunu olmadigi acikti. Batiya dogru Devam ettim.


Once Paradiso'ya baktim. Bu unlu konser mekaninda kalacagim sure boyunca bana hitap eden bir sey yoktu. Hemen bir kac dakika uzakliktaki hard rock cafe'de oglen yemegi yedim. Kahvemi de ictikten sonra devam etmeye hazirdim.
Once leidensgracht'taki yarin kalacagim backstage hotel'e gelip rezervasyonumu teyid ettim. Otel fena degildi bu arada. Sonra olabilecek en ara sokaklardan yukari haarlem bolgesine dogru surmeye basladim.


Belki havadan, belki de sapa yerlerde surmemden, hic turist yoktu; ayrica cogunlukla apartmanlarin oldugu, yani belki de yerel halkin yasadigi yerlerden gectim. Amsterdamda da, londra'da hissettigim o titresimi aldim. Bir sessizlik hali, ama ergen bir cocugun kosesinde planlar kuran sessizligi degil de her seyi cozmus bir insanin dinginligi... Bunu sevdim.


Haarlemerstraat'a varinca benim haricimdeki diger turistler de yeniden gorunmeye basladilar. Yol beni yormustu. Ustelik aksamdan kalmalik vardi bir de. Bir coffeeshop'a oturdum. Bir seyler atistirip onceki gunun blogunu yazdim.
Saat 6yi geciyordu Damrak uzerinden otele geri dondum. Dus alip saat 9'a kadar uyudum.

Uyandigimda daha yorgun hissediyordum. Cikip dun gittigim barda brezilya macini izledim. Muzik provasindan cikan orkestra uyeleriyle tanistim. Klasik muzigi daha modern bir sekilde yorumluyorlarmis. Cuma gunku konserlerine davet ettiler. İyi bir fikir olabilir. Onlarla beraber leidsplein'e yakin, bourbon street adinda, canli muzik mekanina gittim. Bu gecenin rock gecesi oldugunu soylediklerinde keyiflendim, ama biraz sonra sahneye cikan kel amca kesinlikle country caliyordu.


Basta keyifliydi ama sonlara dogru alkol miktariyla orantili olarak artan yorgunluga yenik dustum. Soyle saglam muzik yapan bir mekan bulmak istiyorum, burada eglencr kulturu club uzerinde yogunlasmis ne yazik ki. Belki yarin gidecegim oteldekilerden ogrenebilirim...

Not: olasi imla hatalarini sonra duzeltecegim, zira ne yazik ki hepsini telefonla yazdim

20 Haziran 2010 Pazar

October Swimmer tatilde: Gun 1







Amsterdam 19/06/2010



Sabah odayi temizlemek icin gelen bayanin kapiyi calmasiyla irkilerek uyandim. Iyi de oldu, yoksa saat 9-12 arasi kahvalti veren otelimin anlayisliligina ragmen kahvaltiyi kaciracaktim. Saglam bir kahvalti yapmaya calistim. Kahvaltidan sonra alisveris icin dam tarafina yurudum, dun kapali olan her sey acikti ben de tereddutsuz eski ve daimi H&M'e girdim. Beni sicak tutacak bi sweatshirt ve bir ceket aldim. Toplamda 50 euro kadar tuttu. Pahali degildi ama bekledigim kadar ucuz da degildi. Fame adli buyuk bir muzik dukkanindan Swell Season-Strict Joy'u sordum, onlarda da yoktu. Kirvenin gec kalan dogumgunu hediyelerini alip otele dondum.



Bugun bisiklet kiralayacaktim ama once sehir hakkinda biraz fikir almak lazimdi. Ben de otelin nedense surekli gulumseyen resepsiyonistlerinden Nadine'e danistim. Heineken Brewery, Leidsplein, Anne Frank Haus gibi yerleri haritama isaretledi. Ben de bisikletimi kiralamak icin Damstraat'a dogru segirttim.


Gunluk sigorta dahil 8-9 euro gibi bir ucret istediler, onceden ne kadarligina istedigini soylemek gerekmiyormus. Ben de henuz ne kadar kiralayacagimi bilmiyorum iki gun sonra iade ederim sanirim.


Kiraladigim bisikletin pek bir olayi yok back-pedal frenlileri beceremeyecegimden el freni olandan istedim. Lastikler cok ince oldugundan bir saat kadar denge problemleri yasadim ama sonradan alistim.


Bir sure amacsizca surdum, oglen gunesinin isittigi havada serin ruzgari yuzumde hissetmek guzeldi. Hava, sehir her sey guzeldi en onemlisi ozgurdum. O bisikletin uzerinde butun gunluk endiselerimden uzaktim. Aslina bakarsaniz orada, yalniz basima gercekten her seyden uzaktim.


Kaizersgracht'i izleyip Anne Frank Haus muzesini buldum. Cok ovmuslerdi, Nadine de sadece bu muzeye gitmem gerektigini soylese de onundeki sirayi gorunce o gunun bu gun olmadigina karar verdim. Nasil olsa daha yedi gunum vardi ve cumartesi kalabaliginin her gun olmayacagindan emindim.


Prinsengracht'tan donerek Leidsplein'e dogru yoneldim. Hollandanin galibiyeti her yeri turuncu yapmisti. Sokakta gullit, cryuff kiligina girmis adamlar dansediyorlardi. Hollandalilar garip insanlar, oldukca soguk gorunseler de biraz konusunca arkadas canlisi olduklari anlasiliyor. Bir de Avrupa'nin daha once ziyaret ettigim guneyiyle kiyaslayacak olursak burada insanlar cok daha saygili ve kibarlar.


Leidsplein'de bir bira bir hamburger ve croquet esliginde dunun blogunu yazdim. Kaldigim otelin cevresinde internet kafe olmamasi kotu. wi fi nerdeyse her yerde var, ama i phone ile blog yazmak cidden iskence oluyor. Iyice isinip dinlendikten sonra bisikletle dolasmaya devam ettim. Centrum kisminin bir cok sokagini gezdigimi soyleyebilirim, zaten sonra hesaplayinca 3-4 saatkadar pedal cevirdigimi farkettim, pek yorucu bir deneyim oldugunu soyleyemem. Centraal Station cevresinde dolasirken Red Light district'e denk geldim. Bu olayin bu kadar dogal olduguna inanmak zordu. Ustte insanlarin yasadigi apartmanlarin altinda buyuk camekanli "dukkanlardan" kadinlar davetkar bakislar atiyorlardi. Bir de tabi canli sovlarin oldugu yerler vardi. Sarhos ingilizlerle cevrelenmislerdi, hepsi bagiriyordu.


Saat 7'e dogru otelime dondum. 8'de Couch Surfing bulusmasi vardi ve dus alip saclarimin dogal yollardan kurumasini beklemek icin bir saatim vardi. Tekrar soyluyorum bu havada sac kurutma makinasini unutmak hic akillica degil. Donene kadar hasta olacagim, eminim.







Bulusma Handboogstraat'ta eski usul bir bardaydi. Ben vardigimda sadece Quebec'li Kamylle ve Elsa vardi. Oldukca eglenceli tiplerdi. Bir sure sonra Amsterdam'da yasayan Amerikali Brian, Ilginc ve bana komsi diye hitap eden bulgar cocuk baska bir Amerikali Katie de bize katildi. Toplantinin organizatorlerinin gelmemesi ilgincti. Kalacak yer bulma gibi bir beklentim yoktu sadece iyi vakit gecirmek icin gittim. Gercekten de iyi vakit gecirdim, zira uzun suredir hic bu kadar gulmemistim. Sabaha karsi saat 3'e kadar bir kac mekan degistirdik. En cok guldugumuz de Kamylle'e sordugum "neden fransizlar mc donalds'i, Mc Do olarak soyluyorlar"sorusuna inanarak yaptigi "-nalds kismini cikarinca Mc Do kaliyor" aciklamasiydi.


Sabaha karsi nihayet yatagima yattigimda kesinlikle sarhostum...




19 Haziran 2010 Cumartesi

October Swimmer tatilde: Gun 0


Amsterdam 18/06/10



Saat 5'e dogru Izmir'den havalanan ucagim yerel saatle 8 gibi schipol havaalanina indi ve tatilim resmen baslamis oldu...



Ucakta tanistigim Turk bayanin freeshoptan esi icin fazlaca aldigi sigaralarin bir kismini ben gecirmeyi kabul edince, havaalanindan cikarken tanistigim esiyle beni otelime birakmayi teklif ettiler, hic caba gostermeden kendimi otelimin kapisinda bulmam gercekten guzel oldu. iste ben buna iyi bir baslangic derim.



40 derece Izmir'den 14 derece Amsterdam'a sadece bir sirt cantasiyla ve en kalin giysi olarak uzun kollu bir gomlek secerek gelmek gercekten iyi bir fikir degilmis. Buyuk sozu dinlemek lazimmis, hayir artik ergen de degilim neden asilik edip annemin ceket almam gerektigini soylemesine omuz silktim ki?



Saat 6dan sonra tum dukkanlar kapandigi icin kalin bir seyler almak yarina kaldi. Ancak bir atki bulabildim, biraz da olsa ise yaradi, umarim hasta olmam...



Otelim rembrandplein meydaninda oldukca merkezi bir yerde, yardim sever calisanlari ve temiz olmasiyla memnun etti beni. tek kotu yani altindaki gece klubunun saat 4 e kadar yuksek sesli muzik calmasi, o klupten odaya saat 3 bucukta ciktigimdan bir sorun yok sanirim.



Esyalarimi otele birakinca gun isiginin kalan son bir saatini biraz yuruyerek gecireyim dedim, hem belki ustume bir seyler de alirdim, yukarida bahsettigim gibi her yer kapaliydi, sadece yurumekle yetindim. Dam meydanina oradan da Centraal Station'a yoneldim. donus yolunda bir seyler atistirdim.



Otelin bulundugu meydana geri donup oradaki barlari ve coffeeshoplara bakindim. Ingiltere macini birkac bira ile izleyip otelin hemen altindaki Smokey Coffeeshop'ta oturdum. Duman bile yeterliydi. Ayni masayi paylastigimiz Norvecli kizlarla sohbete basladik. Biri isletme biri dis ticaret okuyormus, Jack johnson konseri icin gelip biletlerini evde birakmislar...



Sohbet iyice koyulasinca yan taraftaki Club'a gecmeye karar verdik. Sarkilar da Club da kalabalik da berbatti ama nadir yasadigim bir sey oldu ve ben cok keyif aldim. Belki beraber gittigim kizlardandi bilmiyorum, onumuzdeki gunlerde ogrenirim...

bir kac not:

-Terlik unutmayin. sonucta ayakkabi ile dus almayacaksiniz. gidip igrenc bir parmak arasi almak zorunda kaldim.

-Bazi seylerin degerini kaybettikten sonra anliyor insan ve sac kurutma makinesi de bunlardan biri

-Amsterdam'in, herkesin kafasi guzel dolastigi bir yer saniyorsaniz feci halde yaniliyorsunuz, insanlar dogru duzgun sigara bile icmiyor

Bir yolunu buldugumda bir kac resim eklerim bu posta