25 Kasım 2011 Cuma

October Swimmer Strikes Back: Gün 6 Riga


23/09/2011, Riga

Ryanair'in zamanında "On-Time-Landing" müziğiyle gözlerimi açtım. Zamanında 22 saatlik İzmir-Diyarbakır yolculuklarında bir saat bile uyuyamazken, yıllar ve yollar beni bir saatlik uçak yolculuklarında uyuyabilecek bir hale getirmişti. Riga'ya inmiştim. Yeni bir ülke, yeni bir şehir, yeni bir hikaye anlamına geliyordu.

Stockholm havaalanındaki döviz bürosundan, beni en azından riga merkeze atacak kadar bir miktar Lati almıştım. Almanya'da Euro, İsveç'te Kron'dan sonra yeni bir para birimimiz vardı ve bu para birimi Euro'dan daha değerliydi(1 LVL-1,42 EUR), ancak Letonya, henüz havaalanı otobüsüne ödediğim parayla bile İsveç ve Euro bölgesinden çok daha ucuz olduğunu belli etmişti.

Bu seferki hostelim Cinnamon Sally Backpackers adlı, Hem otobüs ve tren garına hem de şehrin tarihi merkezine çok yakın, merkezi bir hosteldi. Daha girdiğim ilk anda göze oldukça sıcak gelen hosteli idare eden Ieva, Türkiye'de sokakta görseniz manken sanabileceğiniz güzellikteydi. Saat henüz 9'du ve saat 12'ye dek yerleşemeyeceğimden Ieva bana bir harita bulup, görmem gereken yerleri, restoran ve barları, ünlü sokakları işaretledi. Anlayacağınız, güzel olduğu kadar yardımseverdi de. Hosteldeki herkesin sınırsız kullanımına açık Skype telefonuyla ailemi aradıktan sonra şehri yürümeye ve keşfetmeye hazırdım.

Hostelin üzerinde bulunduğu Merkela caddesini boylu boyunca yürüdükten sonra Brivibas bulvarına yöneldim. Adını Riga'nın ünlü özgürlük anıtı, Brīvības Piemineklis'ten alan bu bulvar beni şehrin tarihi merkezi, Vecriga'ya götürecekti. Biraz yürüdükten sonra da ünlü anıt karşıma çıktı, önünde iki askerin nöbet tuttuğu bu anıt, 1918-1920 yılları arasındaki, Letonya'nın sovyetlere karşı verdiği bağımsızlık savaşında ölen askerlerin anısına dikilmişti, ne var ki bu bağımsızlık sadece 20 yıl sürecekti...

Vecriga mütevazi bir turistik bölgeydi. Çok büyük sayılmazdı. Birbirini kesen 4'er sokaktan oluşmaktaydı. Avrupadaki diğer şehirlerin tarihi kısımları kadar ihtişamlı ve bakımlı değildi ancak yadsınamaz bir güzelliği vardı, aynı şey kolaylıkla Letonyalı kızlar için geçerliydi. Bakımlı değillerdi, fakat kendilerinin pek umursamadığı doğal bir güzellikleri vardı.

Bir süre amaçsızca dolaşıp genel fikir edindikten sonra gözüme çarpan İşgal Müzesine girdim. Her zaman ilgi duyduğum ikinci dünya savaşı tarihiyle ilgili daha spesifik bir şeyler öğrenme fırsatını kaçıramazdım. Müzede bulunduğum 1 saat boyunca, Baltık ülkelerinin bahtsızlığına bir daha ikna oldum. Savaş başladıktan hemen sonra, Nazi Almanya'sıyla yaptığı anlaşma gereği önce Sovyetlerin işgali, Almanyayla sovyetler savaş haline geçtikten sonra ise bu kez Nazilerin işgali ve en nihayetinde ikinci dünya savaşı sonrası  yaklaşık 45 yıl sürecek Varşova Paktı dönemi, yani ikinci Sovyet işgali... Müze detaylarla doluydu. Nazi ve Sovyet propaganda afiş ve broşürleri, Nazilerin Almanlaştırdığı sokak ve meydan isimleri, toplama kampı listeleri ve daha bir çok titizlikle tutulmuş kayıtlara ulaşmak mümkündü. Ürpererek çıktığımda vakit öğlen olmuştu ve ben acıkmıştım.


Öğle yemeğimi, Ieva'nın tavsiyelerinden biri olan Ezitis Bar'da yedim. Yemekten çok mekanın retro eşyalarla gelişigüzel döşenmişliği, çalışanlarının rahatlığı ilgimi çekti. Hemen teknik üniversite binasının karşısında olduğundan öğrenciler tarafından tercih edildiği belliydi. Küçükpark'ı hatırladım.

Yemek sonrası Vecriga'nın geri kalan kısımlarını dolaştım. Konventa seta adlı, restore edilerek amber dükkanları, kafeler ve butik otellere ev sahipliği yapan bir 18. yüzyıla ait küçük evlerden olıuşan bir kompleksi gezdim. Amber dükkanlarının birinden anneme hediye aldım. Bolca üşüdüm. Kahve molası verdim. Vecriga'yı yeterince, hakkını vererek gezdiğime inandığım an hostelden önceki son durağıma yöneldim.

Şehrin Kuzey kısmı, Alberta ve Elizabetes adlı iki ünlü sokağa ev sahipliği yapmaktaydı. Sokakların ünü ise 19. yy Art Nouveau stiliyle yapılmış binalardan geliyordu. O iki sokak ve çevresindeki diğer küçük sokaklarda, toplam 29 adet bu mimariye sahip binalar bulunmaktaydı ve hepsi haritada işaretliydi. Büyük çoğunluğunu gördüm. Evet, oldukça etkileyicilerdi, ancak ne yazık ki 7 yıl önce Krakow'da hissettiklerimin aynısını hissettirdiler. Doğu Avrupa, Batı kadar zengin değildi. Sürekli restorasyon yapılmıyordu ve ne yazık ki bu binaların yarısı artık terkedilmişti, bir kaç tanesi kısmen yıkılmıştı bile. Riga'ya ait tabak almak için girdiğim hediyeci dükkanında, yerel yönetimin Avrupa Birliği fonlarıyla restorasyonlara başlayacağını, bir kaç sene sonra o bölgenin eski ihtişamına kavuşacağını öğrendim. Bir daha Riga'ya ne zaman gelecektim ki?

Günün geriye kalan bir kaç saati Hostelde dinlenmekle geçti. Cuma akşamıydı ve Riga gece hayatı ünlüydü. Gece için enerji toplamak lazımdı.

Hostellerin en iyi yanı, ortak odalarıdır. Burada bir çok insanla tanışırsınız, beraber dışarı çıkarsınız. Bazen sohbet ve ortam o kadar güzel olur ki dışarı çıkmaya dahi gerek kalmaz. Cinnamon Sally'nin ortak odası da böyle bir yerdi. Güzel bir kalabalığa sahipti. Gece yarısına dek sohbet ettik, içme oyunları oynadık, güldük. Hostelin kuralı gereği saat 12'de ortak oda kapatılınca, biraz önce tanıştığım bir Rus ve bir İsviçreli kızla dışarı çıkmaya karar verdik.

Gideceğimiz yer elbette yine Ieva'nın tavsiyelerinden biri Pulkvedis Club'tı. İki katında farklı Dj ve müzik türleri olan bu mekan bir erkeğin isteyebileceği her şeye sahipti. Letonya'daki kadın nüfus hakimiyeti burada da geçerliydi. Hatta oran o kadar absürddü ki, neredeyse beş kıza, bir kız(!) düşmekteydi ve sevgili okuyucu Baltık ne kadar soğuksa, kızlar bir o kadar sıcaktı. İçki fiyatları oldukça uygundu ve müzikler kabul edilebilir düzeydeydi. Dediğim gibi bir erkeğin isteyeceği her şey vardı. Gece uzundu ve ne güzel ki, erken uyanmam gerekmiyordu...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder