5 Ağustos 2012 Pazar

October Swimmer- On The Road: Gün 3 Budapeşte


26/06/2012 Budapeşte
Budapeşte'deki ikinci günüme sabah erkenden kalkarak başladım. Şehir olması gereken serinlikte olduğu için rahat bir uyku uyumuştum ve kendimi uzun uzun yürüyebilecek gibi hissediyordum. Yürüdüm de... Krizstina'nın evinin hemen bir iki sokak yukarısındaki Buda kalesiyle başlayıp duruma göre gerisine bakacaktım.

Buda kalesi, 160 yıl kadar Osmanlı kontrolünde kalmış, büyük bir sembol. Yıllarca Habsburg hanedanı geri alınmak için kuşatılan, büyük zarar gören kale nihayet  1686'daki büyük kuşatmada tekrar Habsburgların eline geçmiş. Kaleden geri kalanlar desek daha mantıklı olur. Kale aslında bir semtten oluşuyor, yekpare bir kale yapısından çok surlarla çevrili bir yerleşim alanı mevcut. Ortasında en sevdikleri ve belki de macarlara en altın çağını yaşatan ancak ne yazık ki 47 yaşında erkenden göç eden kralları Matyas'ın adını verdikleri kilisesi, diğer bir kralları Stephen'ın adını verdikleri kulesi en meşhur yapılarından. Tabi şu an orada daha meşhur bir yapı da var. Budapeştenin en eski pastanelerinden Ruszwurm... Çoğu zaman yer bulmanın mümkün olmadığı ve 1827den beri aktif olarak çalışan aile işletmesinde oturup keklerden, strudel ve reteslerden yemek artık bir turist aktivitesi olmuş durumda, ama sırf bu yüzden burun kıvırıp es geçenler çok şeyler kaybediyor.

Geri kalmayıp retes ve kahveyle ikinci kahvaltımı yaptıktan sonra ilk olarak hemen karşıdaki Balıkçı Burcuna yönlendim(Halaszbastya). Eskiden muhtemelen top bataryalarının yerleştirildiği bu burç şimdi Tuna nehri ve şehrin karşı yakası olan Peşt'i izlemek için en güzel manzaraya sahip bir teras olarak kullanılıyor. Herkes gibi ben de klasik turist pozumla fotoğrafımı çekildikten sonra yoluma devam ettim.

Tabii ki saray kısmını sadece dışarıdan severek devam ettim. Hiç bir şehirde sarayları, içerideki şaşaayı sevemedim. Bu yüzden artık içeri girmiyor, dışarıdan bakıp yoluma devam ediyorum. Kalenin son ucundaki ulusal müze binasını da ziyaret edip karşıya geçmenin bir yolunu bulmak niyetindeydim. Saray, müze bir yana, bir kuzgunlu kapı vardı ki, o benim buda kalesinde en sevdiğim şey oldu.

Girişinde bekleyen aslanlara selam verip, meşhur zincirli köprüden yürüyerek Peşt'e geçtim. Dün gece Serkan'ın gösterdiği yerleri bir de gündüz gözüyle görmek istiyordum. Köpürden sonra ilk karşıma çıkan deak ferenc meydanını geçip opera binasına yönlendim. Gece ışıklarla nasıl güzelse gündüz de aynı güzellikteydi, hatta bir sonraki programın beze basılmış fotoğraflı afişleriyle çok daha güzel görünüyordu. Opera binasından sonra, ünlü Andrassy caddesini takip ederek-mümkün mertebe- gölgede yürümeye devam ettim. Artık içecek bir şeylere ve serin bir yerde biraz oturmaya ihtiyacım vardı. Aklımda dün geceden gözüme kestirdiğim bir kitap evi vardı. Adını tam hatırlamıyor olmama rağmen bulmam çok zor olmadı

1900lü yılların başında ünlü yahudi tüccar ailesi Goldbergerler tarafından yaptırılan ve budapeştenin ilk alışveriş merkezi ünvanını alan Parisi nagy Aruhaz, şimdi çok güzel bir kitapevi olarak kullanılıyor. Üst katındaki balo odası ise aynaları ve tavan tablolarıyla şu an çok şık bir kafe. Kitapçı kısmınında bir süre oyalandıktan sonra soğuk bir şeyler içip dinlenmek için kafe kısmında bir saat geçirdim. Evet dinlendim, ancak gündüz vakti içtiğim bira tabii ki uykumu getirmişti.  Eve dönüp bir süre dinlenmek akşam tekrar çıkmak mantıklı geldi, öyle de yaptım.

Yine couchsurfing üzerinden sözleştiğimiz hatta daha sonra Eindhoven'dan aynı uçakla geldiğimizi öğrendiğim Sandra'yla bir şeyler içmek için, akşam saat 8 gibi buluştuk. Sandra Hollanda'nın kuzeyinde bir hidroelektrik santralde mühendis olarak çalışan ve benim gibi her tatilinde yalnız başına spontane tatiller yapan ilginç biriydi. Lizst ferenc sokağındaki mekanların birinde bir şeyler yedikten sonra, ki bu kez yemeği hiç beğenmedim, deak ferenc meydanında yine bir önceki gece Serkan'la gezerken gözüme kestirdiğim Akvarium adlı mekana geçtik.

Akvarium gündüzleri bazen sanat etkinlikleri için kullanılan, geceleri ise Club haline gelen ve yer altına yapılmış büyük bir mekan, ancak mekanın kendisi değil üstündeki park daha popüler. Akşamları içkisini alan herkes soluğu orada alıyor. Bu gece gibi havanın da güzel olduğu geceler bazen oturacak yer bulmak dahi zorlaşabiliyor. üstelik parkın ortasındaki  süs havuzunun şeffaf tabanından Akvarium'un içini görmek de mümkün. Sanırım mekana Akvarium adını veren detay da buydu.

Alkol, serin hava, sarhoş macarların ilginç hareketleri, muhabbet derken saat 2'yi geçmişti ve bir şekilde oradan kalkmak gerekiyordu...

2 yorum:

  1. Yooo, Budapeşteye gitmek artık şart oldu bana:) October Swimmer notları elimde olacak nasılsa:))

    Bayıldım!

    YanıtlaSil