16 Ekim 2011 Pazar

October Swimmer Strikes Back: Gün 4 Stockholm

  21/09/2011 Stockholm

Stockholm'e saat 10 civarı indik. Güneşli ve neşeli bıraktığımız Berlin'den sonra, Stockholm'de gökyüzü dokunsak ağlayacakmış gibi duruyordu. Dokunmamıza gerek kalmadı biraz sonra sağnak yağmur başlayacaktı ve iki gün boyunca nadiren rahat verecekti.

Flybussarna şirketinin, üzeri ilginç renklerle kaplı otobüsüyle şehir merkezine varmamız, 90 dakika sürmüştü, açıkçası biz de şaşırmıştık. Tamam, Ryanair elbette şehre en uzak havaalanına inecekti, ama Skavsta havaalanıyla Şehir merkezi arada 100km'yi de aşan bir mesafe olması ilginçti.

Otogarlardan nefret eden ben, Stockholm'deki terminali çok beğendim. Dış mimarisi çelik ve cam ağırlıklı olan bu devasa yapının iç kısmındaki katlar arasında seviye farkı olduğundan üst katlara doğru basamak görüntüsü veriyodu. İç kısmının sakinliği ve temizliği, Otogarlardaki o alışılagelmiş kirli kaos ortamından çok uzaktı. Otogardaki danışmadan edindiğimiz haritamızı aldıktan sonra sıra hostelimizi bulmaya gelmişti.

En fazla 10 dakikalık yürüme mesafesi vardı, ancak yağan sağanak yağmur oldukça cesaret kırıcıydı. Yine de yürümeye başladık, Yolda gördüğümüz Burger King'e girip fiyatlara baktık. Stockholm'ün pahalılığı ünlüydü, Burger King ya da Mcdonalds gibi yerler ölçü olabilirdi, menuler aşağı yukarı 70 krondu, ki bu 7 euro gibi bir rakama denk geliyordu.  Diğer ülkelerle arada çok fazla fark yoktu.

Islanarak ve zorla hostelimizi bulduk, zira hostel, Radmansgatan sokağının en sonundaki Crafoord Place adlı, 10'dan fazla bloktan oluşan bir kompleksin içindeydi. İki adet okul ve bir hastanenin de dahil olduğu komplekste hostelin bulunduğu 10 numaralı bloğu bulana kadar hayattan nefret ettik. Sonunda bloğun girişinin, yenileme çalışmaları yüzünden arkaya alındığını öğrendik ve nihayet hosteli bulduk. Artık biraz kuruyabilir ve yağmurun azalmasını bekleyebilirdik, ya da öyle umuyorduk.

Hostele girişin saat 3'ten sonra olduğunu, o saate kadar ancak çantalarımızı bırakmamızın mümkün olduğunu ve bu yağmurda dışarıda dolaşmamız gerektiğini öğrenmemiz pek sevindirici olmadı. Saat henüz 12 bile olmamıştı. En azından görevli kadın, Haslet'e güzel bir şemsiye vermişti. Yapacak bir şey yoktu, saat 3'e kadar yağmur altında gezebildiğimiz kadar gezip sonra hostele dönecektik.

Haritada işaretlenmiş, mağazaların, restoran ve kafelerin en çok bulunduğu Drottninggatan sokağını bulup takip etmeye başladık. İkimiz de pek kahvaltı yapmamıştık, yiyecek bir şeyler bulmak gerekiyordu. İhtiyatlı davranıp Mcdonalds'a girdik. Kabul edilebilir bir paraya doyduktan sonra çıkıp, Drottninggatan'da ilerlemeye devam ettik, ne de olsa sokağın sonu ünlü, Gamla Stan adacığına çıkacaktı.

Yağmur bütü şiddetiyle devam ettiğinden fırsat buldukça iç mekanlara girip vakit geçirmek akıllıcaydı. Bu hususta alışveriş yapmaktan daha iyi bir yol yoktu. Biz de bir iki alışveriş merkezine girdikten sonra H&M'e girdik. H&M'in anavatanına gidip, girmemek; girip de bir şey almamak ayıp olurdu. Elbette Haslet, Berlin'de H&M'de çalıştığından, sahip olduğu %25'lik indirimden yararlanmamak da ayıp olurdu. Kendi üzerime düşen alışverişi yaparak hiç bir ayıpta bulunmadım.

Gamla Stan'ın girişi bomboştu. Kraliyet sarayına açılan kemerli kapının önü, Stockholm'deki favori fotoğraf çektirme yerlerinden biriydi, ama bizim gibi iki zorunlu yağmur-yürüyücüsü harici kimsecikler yoktu. Biz de bu boşluktan faydalanıp fotoğraflarımızı çektirdikten sonra yolumuza devam ettik. Kraliyet sarayını geçip, ara sokaklarda amaçsızca dolaşmaya başladık. Yağmur iyice hızlanınca, Nobel müzesinin oradaki kafelerden birine oturup dinlendik, ısındık, sohbet ettik. Hava hiç gezi havası değildi, dışarıda kalmıştık ama yine de garip bir şekilde memnunduk hayatımızdan.

Hostele döndüğümüzde saat 5'i geçiyordu. Duş alıp dinlenmek iyi gelmişti. Saat 8 civarı tekrar dışarı çıktık. Yemek yedikten sonra,  içecek ve eğlenecek bir yer bulacaktık. Akşam yemeğini Haslet'in önerisiyle Va Piano adlı İtalyan lokanta zincirinin Gamla Stan'daki şubesinde yemeye karar verdik. Sokaktaki insanların ve Hasletin süper-hassas burnunun yardımıyla lokantayı bulabildik. Geniş ve ferah bir ortamı olan lokantada, girişte herkese bir adet kart veriliyor, yiyecek ve içeceklerin self servis olarak sipariş edildiği yerlerde siparişler bu kartlara yükleniyor, çıkışta ise karttaki miktara bakılıp ödeme yapılıyor. Kartınızı kaybetmeniz durumunda maksimum ödeme yapmak zorundasınız. Fiyatlar oldukça uygundu, yemek de tatmin ediciydi.

Elbette bu isimde bir cadde olacaktı Stockholm'de neden şaşırdınız ki?
Yemekten sonra Gamla Stan'ı geride bırakıp, Slussplan köprüsünden şehrin, diğer adacığı Sodermalm'a geçtik. Aradığımız eğlenceyi burada bulacağımızı umuyorduk. Bu amaçla oranın en işlek caddesi olan Götgatan(evet ismi bu)'da  dolaşmaya başladık. Yanımızda getirdiğimiz bir şişe jagermeister bitene dek umutla mekan aradık, yürüdük. Caddenin sonuna doğru şişe boşalmaya başlamış, biz de Haslet'le bağıra bağıra, detone olarak Levent Yüksel şarkıları söylüyorduk. Götgatan caddesinden dolayısıyla Sodermalm'den umudu kesince yoldan çevirdiğimiz İsveçli bir gruba nerede dansedebileceğimizi sorduk. Sağolsunlar haritamıza bir kaç Club ve Bar işaretleyip nasıl gideceğimizi ve her mekan hakkında ne düşündüklerini detaylıca anlattılar. Önce Soap Bar'a sonra da ünlü Sky Bar'a gitmeye karar verdik.

Metroya binip tekrar ana kara sayılabilecek Norrmalm'a geçip bir miktar yürüdükten sonra Soap Bar'a geçtik. Müzik ve ortam hiç fena değildi. Ancak cidden pahalı olan içkiler sayesinde Stockholm'ün pahalı yüzüyle tanıştık. Bir süre orada takıldıktan sonra biraz dışarı çıkıp dolaşmaya belki, Sky Bar'ı denemeye karar verdik. Bira aldığımız seven-eleven'ın önündeki kalabalıkla kaynaştık. Kendilerini  İtalyan, ve İngiliz olarak tanıtmaya çalışan iki İsveçli kızla anlamsız muhabbetlere girdik, yaptıkları aksanlara güldük. Bir ara onlarla başka bir mekana giderken sonra birden biz de anlamadan bir şekilde kayboldular. O esnada kendimizi Sky Bar'ın önünde bulunca girip bir bakmaya karar verdik. Kişi başı 150 Kron giriş parası ve yorgunluğumuza bir de alkol açısından yeterince yükümüzü almış olmamız eklenince yavaştan hostele doğru yürümeye başladık.
Gecenin sonu.. Hayır, sarhoş değildik.

Son olarak aklımda kalanlar:
**Gündüz bizi çok zorlayan yağmurun gece kesilmesi
**Gece 4'e kadar dışarıda, sokaklarda gezerken kimsenin kimseyi rahatsız etmemesi, hatta rahatsız edebilecek potansiyelde insan bile olmaması( bağırarak şarkı söyleyen ikimiz hariç)
**O kadar içmemize rağmen sadece çakırkeyf olmamız, ki burada bitirilen bir Jagermeister, üzerine içilen bir sürü bira ve viskiden bahsediyoruz, sanırım kuzeyin havasında bir şey var, ondan bu kadar içiyor insanlar.
**İsveçli insanların son derece cana yakın olması,
**Bir kadeh Jack Daniels'e 120 Kron ödemiş olmam(30 tl)








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder