24 Haziran 2010 Perşembe

October Swimmer tatilde: Gun 4


Eindhoven 22/06/10

Trenden indigim an ilk gozume carpan sehrin ne kadar da bos olduguydu. Amsterdam'dan kesin cizgilerle ayrilan iki yani vardi. Burada insanlar calisiyorlardi ve almanlar bu sehri ikinci dunya savasinda dumduz etmislerdi. Ikincisinden dolayi sehir aynen varsovanin yasadigi gibi bir yeniden yapim surecine girmis, ama varsovadaki gibi illa orijinaline sadik kalalim diye kasilmamis, yeni yapilar goze batiyor hep.

Sehir adeta Philips'in sehri. 50li yillarda sakinlerinin yuzde altmisi philips icin calisirken simdi bu oran dogal olarak daha dusuk.
Otelim istasyona cok yakin oldugundan zorlanmadan bulabildim. Willheminaplein denen ufak ve sevimli bir meydana yerlesimli 50 yillik bir binaydi. Kasvetli hatta kolayca korku filmlerine mekan olabilecek bir yerdi. Check in'den hemen sonra resepyonistten sehir hakkinda bilgi ve harita aldim. Sanirim otelde tek kalan bendim.

Ilk once philips muzesine ugradim. Ampulun ilk uretildigi yer olmakla ilgili bir konsepte sahipti ve nedense fotograf cektirmediler. De Markt denen sehrin eski pazaryerine ugradim, gercekten de pazar kurulmustu. Dudak kenarlarimdaki catlaklari hatirlayip vitamin takviyesi yaptim

Meydandaki kafelerin birinde soguk bir birayla fransa macini izledim. Iyi geldi, zira hava burada amsterdam'dan bir kac derece daha sicak. Merkezde biraz dolastiktan sonra sikildim. Ilk defa eindhoven'da kendimi yalniz hissettim. PSV'nin stadi yurume mesafesinde oldugundan stadi gezmeye karar verdim.

Once taraftar magazasina ugrayip forma almak istedim, lakin 3 temmuzda yeni sezon formalari satisa cikacagindan sadece buyuk bedenler kalmisti. Yazik oldu, zira fiyatlari uygundu. Iceride localardan, kafe/muze haline getirilende oturdum. Tribunde uzeri semsiyeli cicek yerlestirilmis bir masada oturmak ilgincti. Tribunlere goz gezdirince tahmin ettigimden daha kucuk oldugunu gordum. Zaten sonradan bana stad hakkinda bilgi veren garson teyze de stadin 35 bin kisilik oldugunu soyledi.
Otele donup biraz dinlendim. Aksam cikarken resepsiyonun kapandigini ve koskoca oteli bana birakip gittiklerini gordum. Haklilardi, ne yapabilirdim ki? Otelin guneyinde kalan ve bir suru restoranla dolu kleineberg sokaginda bir endonezya restoranina oturdum? Durust olmak gerekirse menu gelene dek ne restorqni oldugunu anlamamistim. Garson kizin yardimiyla yemegimi sectim, lakin gelen yemegi garson kiz yardim etse de bitiremezdim. Hesabi oderken gece hayatiyla ilgili tavsiye almak istedim, oyle bir sey olmadigini soyledi jdksqjdkl
yine de 52 barin yerlestigi dammerstraat adli caddeye gonderdi beni.

Caddeyi bulunca kiza hak verdim. Barlarin yarisindan fazlasi kapali, acik olanlarin da cogunun bos oldugunu gordum. Bir tur attiktan sonra bir tanesine gecip oturdum. Mqci izleyip giderim diye dusunuyordum, ama en cok eglenecegim gecenin bu gece olacagini bilemezdim

iceri gectikten hemen sonra bara bakan, aslinda hafta ici oldugundan her seye bakan, Ellina ile sohbet etmeye basladim. Resim ogretmeniymis, Avusturalya'da bir sure yasadiktan sonra geri dondugunden okullar acilana dek barda calisacakmis. Dondugunden beri Ingilizce konusacak kimse olmadigindan yakiniyordu. Muzik hakkinda, seyahatler hakkinda konustuk. Daha sonra kiz kardesi Jasmine ve iki arkadasi daha geldi. Onlar gelince hunharca icmeye basladik, ikram edilen hic bir shottan para almadilar. Gercekten iyi vakit gecirdim bol bol guldum, sanirim iki yildir boyle sarhos olmadigimdan da olabilir...

Saat iki gibi bari hep beraber kapadik, benimle otelime dek yuruduler. Marsilya donusu bir gece daha kalmam konusunda soz aldilar ve yillardir tanisiyormus gibi vedalastik. Odaya cikmadan bir kac kez kusmaya calistim, ama basaramadim :(

Asil zorluk sabah uyaninca baslayacakti...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder